Kovid-19 salgınına karşı dünya çapında hızla girişilen çalışmalar sonucunda geliştirilen çeşitli aşılar ve bu aşıların aynı hızla uygulanmaya başlaması, yazılı-sözlü basın ve sosyal medyada yer alan doğru-yanlış sansasyonel haberler ile bir kısım tıp uzmanının dile getirdiği şüphelerin de etkisiyle, biraz da haklı olarak insanlar arasında hezeyana sebep oldu. Netice olarak artık modern insanlığın, “Aşı Karşıtlığı” şeklinde tabir edilen bir gündem maddesi var.

Bu gelişmeye paralel olarak, aşılamanın devletler düzeyindeki hukuki altyapısı, yan etkileri karşısında yapılacaklar ve aşı karşıtlığının önüne nasıl geçileceği tüm dünyada tartışılmaya başlandı.

Türkiye’de Aşılamanın Hukuki Altyapısı

Türkiye’de Kovid-19’a karşı aşılama, Dünya Sağlık Örgütü’nün onay verdiği aşılara ülkemizde ilaç ruhsatı alınması ile mümkün hale geldi. Bu şekilde aşılar temin edilip öncelikli grupların aşılanmasının ardından, aşılama genele yayıldı ancak toplumun bir kısmında aşıya karşı direnç geliştiği gözlemleniyor. Sağlık Bakanının, bu yazımız tarihi itibariyle yaptığı açıklama uyarınca; şu anda 18 yaş üstü nüfusta olup henüz hiç aşı olmayanların sayısı 23 milyona yakın. Ancak Sağlık Bakanlığı aşıyı zorunlu hale getirmek gibi bir amaçlarının bulunmadığını açıkladı. Peki bu direncin toplum sağlığını tehdit eder hale geldiği noktada Devlet insanları aşı olmaya zorlayabilecek mi?

Salgın hastalıklar, 1930 tarihli Umumi Hıfzıssıhha Kanununda düzenlenmiştir. Ancak bu Kanun, yürürlüğünden günümüze kadar geçen 91 sene içinde yaşanan gelişmelere uygun değil, çünkü virüs kaynaklı hastalıklar Kanuna göre “salgın hastalık” kapsamında değil. Hangi hastalıklar için zorunlu aşı yapılabileceği da Kanunda sayılmış ama birçok çocukluk aşısı dahi zorunluluk kapsamında bulunmuyor.

Anayasamızın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi uyarınca;

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”

Görüldüğü üzere, istem dışı vücut bütünlüğüne müdahalenin Anayasaya uygun olabilmesi için iki şarttan birinin olması gerek; 1- Tıbbi Zorunluluk 2- Konu Hakkında Kanuni Düzenleme.

Burada ilgili kanun olan, yukarıda belirttiğimiz Umumi Hıfzıssıhha Kanununda virüs salgın hastalık kapsamında sayılmamış olduğundan ve zorunlu aşılama da sınırlı hastalıklarda sayıldığından, aşılamanın zorunlu hale getirilmesinin “vücut bütünlüğünü ihlal” teşkil etmesi, dolayısıyla Anayasaya aykırılık oluşması riski var. Daha önceden Anayasa Mahkemesi, Kanunda olmayan çocuk aşılarının zorla yapılmasını Anayasamızın bu maddesine aykırı bulmuştu.

Diğer yandan, Kovid-19 aşıları yukarıdaki diğer şart olan “Tıbbi Zorunluluk” kapsamına girebilir. Sağlık Hukukuna hakim kural, tıbbi müdahale için hastanın rızasının alınması olsa da, bu madde uyarınca ortada bir “tıbbi zorunluluk” varsa rıza olmaksızın, hatta hastanın açıkça karşı çıkması halinde dahi müdahalede bulunulması mümkündür. Kovid gibi bulaşı oranının çok yüksek olduğu bir salgının kamu sağlığı açısından tıbbi zorunluluk teşkil ettiği, bu noktada aşılamanın zorunlu hale getirilmesinin Anayasaya uygun olacağı iddia edilebilir.

Ayrıca ülkemiz için de bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı uyarınca zorunlu aşı, “salgın hastalıkla mücadele için kamu sağlığının korunmasına yönelik meşru bir amaç”tır.

Bunun dayanağını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. Maddesi teşkil ediyor;

“1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

  1. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”

Hukuki Düzenleme Şart

Anayasa Mahkemesi, vücut bütünlüğüne dokunulması durumlarının kanunen düzenlenmesi gerektiğini ifade ediyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları da bu yönde. Yani aşının zorunlu olması gibi bir düzenlemenin, Sağlık Bakanlığı Genelgesi veya Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile getirilmesi mümkün değildir. O nedenle şayet zorunlu aşı uygulamasına gidilecekse TBMM tarafından konunun kanuni bir altyapıya oturtulması gerekiyor. Vaka sayılarının artışı ile tekrar kapanmaların gündeme gelebileceği söylentilerinin yayıldığı şu günlerde bu konunun bir an önce tartışmaya açılmasını bekliyoruz.

Diğer yandan; virüsten hızlı yayılan özellikle sosyal medyadaki “dezenformasyon”a karşı tedbirler alınması, bilimsel dayanağı olmayan haber ve bilgi yayanlara karşı cezai yaptırımlar uygulanması, bu şekilde genel kabul oranının artırılmasına yönelik sosyal çalışmalar yürütülmesi ile toplumda “kamu sağlığı” bilincinin yerleştirilmesi, aşıyı zorunlu kılmaktan daha etkili olabilecektir.

Av. Bahar Nalan Danış

Avukat-Arabulucu