Bahar Nalan Danış

Avukat-Arabulucu

  1. ve 21. yüzyıllarda tıp biliminde kaydedilen gelişme ve teknolojik ilerlemeler, doktorların ve tıp alanında çalışan profesyonellerin sayısının hızla artması, özel hastane ve kliniklerin giderek yaygınlaşması sonucunda hukuk dalları arasına, genel itibariyle “Sağlık Hukuku” olarak adlandırılan özel bir çalışma alanı dahil oldu.

Hayatın her alanında olduğu gibi tıp dünyasında da hekimler, hemşireler, sağlık görevlileri ve kurumları hukuki davalar ve cezai yaptırımlarla karşılaşabiliyor. Sağlığımızı ve hatta hayatımızı teslim ettiğimiz bu kutsal vazifenin temsilcileri, kimi zaman dikkatsizlik, kimi zaman ihmal, kimi zaman daha ağır kusur sebebiyle ve yahut da beklentilerin karşılanmamış olması gibi daha hafif nedenlerle yargılanabiliyor.

Bu sayılan durumlar, günlük yaşamda “doktor hatası” olarak ifade edilen “Malpraktis” terimine karşılık gelmekte.  Latince “Male” ve “Prakxis” kelimelerinin birleşiminden oluşan bu ifade esas olarak “kötü uygulama” anlamına geliyor. Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları, bu kelimeyi “bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulanması” olarak tanımlıyor.

Kovid-19 salgınının dünyamızı pençesi altına aldığı, sağlıklı bir nefes alabilmenin kıymetini çok daha iyi anladığımız şu dönemde, bu tür uygulamaların hukuki yönünü sizlerle paylaşmak istedik.

Hukukumuzda Malpraktis Kavramı ve Gelişimi

Kanunlarımızda malpraktise ilişkin yazılı bir düzenleme bulunmamakla beraber, uygulamalar ve içtihatlar ışığında zaman içinde Türk Hukukunda da kabul görmüş bir terim haline geldiğini söyleyebiliriz. Konuyu detaylı şekilde düzenlemek üzere ilk olarak 2000 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından “Malpraktis Kanunu Tasarısı” hazırlanmış ve TBMM’ye iletilmiş, 2001 yılında yasaya “Tıbbi Hizmetlerin Kötü Uygulanmasından Doğan Sorumluluk Kanunu Tasarısı” ismi verilmiştir.

Son olarak ise içeriğinde yürürlükten kaldırılan kanun ve kurumlara atıflar bulunan, imla hataları ile dolu bir versiyonu 21.07.2020 tarihinde TBMM’ye sunulmuş ancak sağlık çalışanlarının aleyhine bir çok madde öngörmesi sebebiyle kamuoyundan gelen tepkiler üzerine Ağustos ayında teklif geri çekilmiştir.

Tasarının ilk oluşturulduğu 2000 yılından bu yana 20 sene geçtiği göz önüne alındığında, tasarının güncel gelişmeler ışığında meslek birlikleri tarafından yeniden değerlendirilmesi ve yasa koyucu tarafından tekrar gündeme alınması gerektiği ortadadır.

Malpraktisin Hukuki Sonuçları

Malpraktis dolayısıyla hukukumuzda hukuki, cezai ve idari yaptırımlar uygulanabilmektedir. Yazımızda bu sorumluluklar arasından, tazminatla sonuçlanan “hukuki sorumluluk”a değineceğimizin altını çizelim.

Hukuki sorumluluk çerçevesinde hekim aleyhine, maddi ve manevi zararlar sebebiyle tazminat davaları ikame edilebilmektedir. Bu noktada, hasta ile hekim ilişkisinin bir akde dayanıp dayanmaması önem arz etmektedir. Bu şu demektir; hekim ile hasta yapılacak tıbbi müdahale hakkında yazılı bir şekilde (açık) ya da sözlü bir biçimde (zımni) bir anlaşmaya varabilmektedir. İşte hekim ile hasta arasında bu şekilde açık veya zımni (örtülü) bir sözleşmesel ilişki varsa hukuki sorumluluğun temelini bu sözleşme oluşturur. Sözleşmesel ilişkiden doğan zararlarda Borçlar Kanunumuzun 112. maddesi uygulanır. Bu madde, kusur bulunmadığının ispatını zarar veren tarafa yüklediğinden, sözleşmesel ilişkinin söz konusu olduğu hallerde tıbbi müdahalede bulunan hekim kendi kusursuzluğunu ispatlamakla yükümlüdür.

Şayet arada açık veya zımni bir sözleşme yoksa sorumluluk, olayın niteliğine göre Borçlar Kanununun “Haksız Fiil” veya “Vekaletsiz İş Görme” hükümleri uyarınca belirlenmektedir. Haksız fiilden söz edebilmek için hekimin hukuka aykırı bir davranışının bulunması gerekir. Burada da hasta, hekimin kusurunu ispatlamakla yükümlüdür. Vekaletsiz iş görme ise hekimin müdahalesinde hastanın iradesinden bahsedilemeyeceği durumlarda söz konusu olabilir. Örneğin hastanın onayının veya görüşünün alınmasına olanak bulunmayan acil durum halleri veya hastanın haberi olsa dahi yapılan ameliyat sırasında operasyonun genişletilmesi vekaletsiz iş görme hükümlerine tabi olur. Bu durumda hekim, müdahaleyi yapmamış olsaydı bile, bu zararın gerçekleşeceğini ispat ederse sorumluluktan kurtulabilmektedir.

Hekimin özel bir hastaneye bağlı olduğu durumların bu noktada ayrı bir yönü vardır. Zira özel hastane devreye girdiğinde, sözleşmesel ilişki hasta ile bu hastane arasında kurulmaktadır. Bu hallerde hekim sözleşmenin tarafı olmamakta, hastane adına hastaya tıbbi müdahale hizmeti vermektedir. Bu durumda ise,  Borçlar Kanunumuzda düzenlenen “İfa Yardımcısı” hükümleri uygulama alanı bulur.

Her durumda hukuki sorumluluğun sonucu maddi ve/veya manevi tazminattır. Maddi tazminat, maddesel zararın yani kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmenin ödenmesi iken manevi tazminat kişinin duyduğu manevi ıstırap ve elem nedeniyle uğradığı soyut zararın giderilmesidir. Tazminat miktarı ise Hakim tarafından “hakkaniyet” kurallarına göre belirlenmektedir. Bu anlamda hukuk sistemimiz, zarar görenin (veya yakınlarının) bu durumu zenginleşme aracı olarak kullanmasına müsaade etmemektedir.

Malpraktis davalarında önemli olan bir diğer husus, hangi mahkemede dava açılacağının belirlenmesidir. Kendi muayenehanesinde vs. bağımsız çalışan doktorlar veya özel hastaneler aleyhine açılacak malpraktis davalarının Tüketici Mahkemelerinde açılması gerekir. Kamu hastaneleri veya sağlık kuruluşları ve buralarda görevli doktorlar aleyhine açılacak malpraktis davalarında ise, bunlar idareye bağlı olduğu için İdare Mahkemeleri görevlidir.

Malpraktis Davalarında Arabuluculuk

Bilindiği üzere, barışçıl bir uyuşmazlıkların çözüm yolu olan “Arabuluculuk” ülkemizde hızla gelişiyor. Son olarak 28.07.2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile Tüketici Mahkemelerinde görülecek tüketici davaları “Dava Şartı Arabuluculuk” kapsamına alınmıştır. Yani yukarıda Tüketici Mahkemelerinde açılması gerektiğini belirtiğimiz davalar için öncelikle Arabulucuya başvurmak zorunlu hale getirilmiştir.

 

Ancak burada parasal sınırlar itibariyle Tüketici Hakem Heyeti yetki alanına giren işleri ayırmak gerekir. Her yıl güncellenen ve 2020 yılında;

– İlçe Tüketici Hakem Heyetleri için 6.920 TL

– İl Tüketici Hakem Heyetleri için ise 10.390 TL

olarak belirlenen miktarlara kadar olan uyuşmazlıklarda Tüketici Hakem Heyetine başvurmak şart olup, Arabulucuya başvurma zorunluluğu yoktur.

Değerlendirmeler

En değerli varlığımız olan sağlığımız konusunda üst seviyede tıbbi hizmet bekliyoruz. Bu hizmetin ifası sırasında karşılaşılan hata ve eksikliklerden dolayı yasal yollara başvurmak da en doğal hakkımız. Ancak tıp gibi sınırları sonsuz bir bilim dalında kusurun nerede başlayıp nerede bittiğinin belirlenmesi kolay olmuyor. Kaldı ki hekimin kişisel kusuru, çoğu zaman sistemsel hatalardan da kaynaklanabiliyor. Bu bağlamda ülkemiz şartlarında zor koşullarda, yorgunluk, uykusuzluk gibi olumsuzluklara rağmen fedakarlıkla çalışan hekimleri “insan” mevhumundan ayrı düşünmemek gerek…

Türkiye’de sağlık sektöründe yapılması gereken radikal değişiklikler ve mesleki düzenlemelerin yanında, hukukî ve tıbbî yönleri ile karmaşık bir içeriğe sahip olan Malpraktis konusunun artık sağlam bir yasal zemine dayandırılması gerekiyor. Yazının başında değindiğimiz, zamanında tabip odaları ve diğer ilgili kurum ve kuruluşların eleştirilerine uğramış Tıbbi Hizmetlerin Kötü Uygulanmasından Doğan Sorumluluk Kanunu Tasarısının yeniden ele alınması, gerekirse uzman kişi ve kurulların katkısıyla yeni bir Kanun hazırlanması elzemdir.

Böylesine hayati önem arz eden bir kanunun uzun yıllardır sürüncemede kalmasını anlamak mümkün değildir. Bu konuda objektif bir yasal düzenleme getirilmesi, hem hasta haklarının hem de tıp sektörü temsilcilerinin korunması açısından önemlidir. Bahar Nalan Danış / Avukat-Arabulucu