Köşe başındaki o hep gittiğimiz restoran, yıllardır ayağımızdan eksiltmediğimiz güzelim ayakkabılar, evlerimizi süsleyen halılar… Neler mi bunlar, her gün bir yenisinin daha eklendiği, iflastan önceki son çıkış noktasındaki markaların listelerinden birer kesit. Yani Korkordato çıkmazındaki şirketler! Keşke bu nostaljik söylemi güzel bir cümle ile devam ettirebilseydik, ama cümlenin sonu da sürecin sonu gibi pek güzel devam edecek gibi durmuyor.

Kasım ayında basında yer alan haberlere göre Türkiye’de halihazırda konkordato ilan eden şirketlerin sayısı 3000’in üzerinde. İTO Başkanı’nın yapmış olduğu açıklamalara göre ise bu spekülatif haberlerin aksine tüm Türkiye’de sayı 500’ün, İstanbul’da ise 100’ün altında… Rakamsal olarak tam bir tespitin yapılmasından ziyade, konkordato uygulamasındaki en çarpıcı konu, pek çoğu tanınmış marka niteliğindeki ve uzun yıllardır sektöründe öncü konumundaki şirketlerin de bu sarmalın içinde yer alması ve hatta bunun domino etkisi ile içine başka pek çok konkordato mağduru şirketi de alarak büyümesidir.

OHAL kapsamında 31.07.2016 tarihinde yayınlanan 669 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 4. Maddesi ile sermaye şirketlerinin iflas erteleme talebinde bulunması ve mahkemelerce iflas ertelemeye karar verilmesi engellenmiş ve konkordato bu şekilde yeniden gündeme gelmişti. Yatırım ortamının iyileştirilmesi amacıyla yapılan mevzuat değişiklikleri kapsamında da 15.03.2018 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan İcra ve İflas Kanunun ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki 7101 sayılı Kanun ile konkordato yolunda bazı düzenlemeler yapılarak sürecin aktif şekilde uygulanmasının önü açılmıştır.

Konkordato, aslında İcra İflas Kanunu (“İİK”) madde 285- 309 hükümlerinde düzenlenmiş, mali durumu bozulmuş olan borçlular ile borçlunun alacaklılarını korumayı amaçlayan, borçlu ile alacaklılar arasında yapılan ve mahkeme tarafından onaylanan bir yeniden yapılandırma anlaşmasıdır.

Böylece konkordato kapsamındaki borçlu şirket, alacaklıları ile mahkeme aracılığıyla vade uzatımı veya anapara ve/veya faiz borcu indirimi anlaşması yapabilmektedir. Dolayısıyla prensip olarak konkordato, iflas sürecinden bir önceki çıkış kapısı olarak, borçlunun korunmasını hedef alan ve bu sayede iflasın önüne geçmeyi amaçlayan bir koruyucu kalkan vazifesi görmektedir.

Bu kalkan öylesine kuvvetlidir ki, borçluya karşı daha önce yapılan takipler de dahil olmak üzere hiçbir takip yapılamaz ve evvelce başlamış takipler durur, ihtiyatî tedbir ve ihtiyatî haciz kararları uygulanmaz, takip işlemlerine ilişkin zamanaşımı ve hak düşüren müddetler işlemez! Tasdik edilen konkordato projesi aksine hüküm içermediği takdirde kesin mühlet tarihinden itibaren rehinle temin edilmemiş her türlü alacağa faiz işlemesi durur. Konkordatonun taraflar için bağlayıcı hâle gelmesi, geçici mühlet kararından önce başlatılmış takiplerde konulan ve henüz paraya çevrilmemiş olan hacizleri hükümden düşürür.

Konkordato sürecinde sadece işçi alacakları, (vergi alacakları gibi) kamu alacakları (verilen mühlet süresince kamu alacakları bakımından icra takibi yapılamamasına rağmen konkordato anlaşmasının mahkeme tarafından tasdik edilmesiyle icra takibi yapılabilir), rehinli alacaklar (rehinli alacaklar bakımından rehinli alacaklılar ile yapılan ve konkordato teklifi ile birlikte mahkemeye sunulan yeniden yapılandırma teklifi söz konusudur), geçici ve kesin mühlet içinde komiserin izniyle akdedilmiş borçlar açısından koruma mümkün değildir.

Uzatılmış geçici ve kesin mühlet ile birlikte en fazla 23 ay ile sınırlandırılmış olan konkordato süresi zarfında Borçlu, konkordato komiserinin nezareti altında işlerine devam edebilir. Borçlu, mahkemenin izni dışında kendisine verilen mühlet kararından itibaren rehin tesis edemez, kefil olamaz, taşınmaz ve işletmenin devamlı tesisatını kısmen dahi olsa devredemez, takyit edemez ve ivazsız tasarruflarda bulunamaz.

Tüm bu yapılabilir ve yapılamazlar listesinden de genel olarak anlaşılacağı üzere konkordato ilan etmiş bir borçlu bu süre boyunca o kadar korunur bir haldedir ki karşısında tüm alacaklıları uzunca bir süre işlem yapamaz halde kalmaktadır.

Ancak uygulaması ortadan kaldırılan iflas erteleme ile kıyaslandığında konkordatonun çok daha kolay başvurulabilir bir yöntem olması ve iflas ertelemeye yalnızca anonim şirketler başvurabilirken, konkordatoya şahıs şirketi ya da kooperatif olarak da başvuru yapılabiliyor olması sürecin hangi amaçla ilerlediği yönünde karışıklık algısı yaratmakta. Zira iflas ertelemeye başvuracak bir şirketin borcunun, alacaklarından daha fazla olması gerekmekte iken konkordatoya başvurmak için sadece “borçaları ödeyememek” ya da “ödeyememe riskinin olması” yeterli sayılmakta.

Esasen konkordato kapsamında borçluya mühlet verilebilmesinin şartları konkordatonun başarılı olma ihtimalinin bulunması ve borçlunun alacaklılarına zarar verme kastı taşımamasıdır. Mahkeme, bu şartların mevcut olduğunu görürse konkordato talebini kabul eder ve bir veya birkaç konkordato komiseri tayin eder. Komiser, alacaklıları toplantıya çağırır ve alacaklılar yapılacak oylama sonucu konkordatonun kabul edilip edilmeyeceği hakkında karar verirler. Bu esnada “Alacaklıların yarıdan fazla ve alacağın üçte iki çoğunluğu oluşturması şartı aranır”. Alacaklıların konkordatoyu kabulü üzerine, konkordato ticaret mahkemesinin tasdikine sunulur. Ticaret mahkemesi, konkordatoyu tasdik ederse, konkordato hüküm ve sonuçlarını doğurmaya başlar.

Ancak tüm bu süreçteki en önemli dilemma, masanın diğer tarafındaki aktörün kim olduğunda yatmaktadır. Zira, alacaklıların yarıdan fazla ve alacağın üçte iki çoğunluğunu oluşturması  şartı, uygulamada ekseriyetle bankalar, finans kuruluşları ile büyük ölçekli alacaklılardan oluşan çoğunluğun verdiği uzlaşma kararı ile yerine getirilmekte. Yani borçlular esasen bankalar, finans kuruluşları ile büyük ölçekli alacaklılar anlaşma masasında buluşarak süreci yürütmekte ve yapılandırma anlaşmasından, masanın dışında kalan diğer orta ve küçük ölçekli alacaklılar ancak konkordato kararı mahkemece alındıktan sonra haberdar olmaktadırlar.  Bu da konkordato ile korunmaya çalışılan borçludan alacaklı olan bir diğer borçlu grubunun oluşmasına ve zincirleme şekilde başka konkordato borçlularının ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.

Bu şekilde bir taraftan konkordato ilan etmiş olan borçlu yaklaşık 23 ay gibi bir süre dokunulmazlık zırhı ile korunarak büyük alacaklısına olan yapılandırılmış borçlarını yerine getirmeye çalışırken bir diğer yandan da orta ve küçük ölçekli alacaklılar sürecin en uç köşesinde alacaklarını tahsil etme kaygısı yaşamaktalar.

Özündeki borçluyu kurtarıcı gayeye karşın, konkordatonun bir diğer tarafı olan alacaklının süreç içindeki konumunu göz önünde bulundurduğumuzda konkordatonun “çok doğru ve sınırlı” uygulanması gerekli önemli bir hukuksal mekanizma olduğu gerçeğini hatırlamak gerekiyor. Zira, gündemde sürekli yeni bir şirketin daha konkordato ilan etmiş olduğuna dair yer alan haberler, bu sınırlı uygulamanın ne kadar doğru uygulandığı yönünde akıllarda soru işaretleri oluşturmakta ve her gün yeni bir şirketin daha bu girdabın içine çekildiği yönünde endişeler doğurmakta.

Borçların yeniden yapılandırılması ile birlikte gelecek sağlam finansal temellerin süreçteki tüm taraflar açısından yeni, güzel ve üretken bir yılın başlangıcı olması dileğiyle…